Anadolu Selçukluları’nın parlak döneminde Selçuklu Sultanları, yerleşim yerlerini düzenli bir yol şebekesi ile birbirine bağlatmışlar, köprüler, kaleler, hanlar, kervansaraylar, medreseler, camiler ve türbeler yaptırmışlardır. Bunlar daha çok sultan, vezir ve zenginlerin yönlendirdiği vakıflar tarafından inşa edildiğinden sürekli olarak gelirleri bulunmaktaydı. Selçuklular Arap ve İran sanat ve kültüründen büyük ölçüde etkilenmelerine karşın kendilerine özgü sanat anlayışına sahiptiler.
Camiler
Taşkınpaşa Camisi, Ürgüp
Nevşehir, Ürgüp ilçesinin, Damsa köyü merkezinde yer alan Taşkınpaşa Camisi, Karamanlılar Dönemi’ne aittir. Bugün beyaz badana ile boyanması nedeniyle çirkinleştirilmiş portali geometrik bezeli bordürlerle süslüdür. Kesme taştan inşa edilmiş Cami, kıble yönünde 3 nefli, on bir tonozla örtülüdür. Kemerler mermer başlıklı payeler üzerine oturur. Camiinin üzeri ise düz toprak damdır.
Halen Ankara Etnografya Müzesi’nde sergilenen cevizden kakma tekniğinde yapılmış mihrabı bugüne kadar kalan tek ahşap örnek olması nedeniyle önemlidir. Mihrabın etrafındaki iki sıra bordür arabesk süsleme ve ayetlerle süslenmiştir.
Sungur Bey Camisi, Niğde
İlhanlı Sultanı Ebusaid’in hükümdarlığı zamanında Seyfeddin Sungur Ağa tarafından 1335 yılında yaptırılmıştır. Kesme taştan yapılmış, dikdörtgen planlı Sungur Bey Camisi, doğu ve güney portalleri ile mihrabının taş süslemeleri Selçuklu Devri özelliklerini arz eder. Süslemelerde kıvrık dallar arasında arslan, griffon başları, yırtıcı kuşlar, at, ceylan tasvirleri dikkat çekmektedir. Ayrıca güney portalinde, kapı kemerinin üzerinde çift başlı kartal tasviri ve her iki portalde yer alan gotik tarzındaki süslemeler ilginçtir.
Camii, orijinalde üçer basık kemerle destekli ve üç nefliydi. Daha geniş olan orta nef üç kubbe, yan nefler ise üçer çapraz tonozla örtülüydü. Camii, 18. yüzyılda yandığından dolayı üst örtü ağaç direklerle desteklenmiş, orijinal durumunu kaybetmiştir.
Halen Niğde Dışarı Camisi’de bulunan sedef kakmalı ahşap minberinin kitabesinde, caminin Büyük Sultan Ebusaid zamanında, Seyfeddin Sungur Bey’in emriyle, usta Hoca Ebubekir tarafından yapıldığı yazılıdır. Sungur Bey Camii’nin çift minareli portalinin olması, gotik ve İslam sanatının birlikte görülmesi nedeniyle ayrı bir özelliğe sahiptir.
Alaaddin Camisi, Niğde
Klasik Selçuklu mimarisinin erken örneklerinden biri olan Niğde Alaaddin Camisi, Alaaddin Keykubat zamanında, Abdullah Bin Beşare tarafından 1223 yılında yaptırılmıştır. Mimari, Sıddık Bin Mahmut ile kardeşi Gazi’dir.
Doğu cephesinde bulunan ve duvar yüksekliğini aşan portali, bezemelerin en yoğun olduğu yerdir. Pek az boşluk kalacak kadar geometrik (yarım daire, yarım yıldız, sekiz kollu yıldız v.s.) motiflerle işlenmiştir. Portal nişi 7 sıra mukarnaslıdır. Niş üzerindeki 3 satırlık kitabe caminin kim tarafından ve ne zaman yapıldığı hakkında bilgiler içermektedir. Kitabenin ¡k¡ yanında bulunan ¡k¡ kabartma araştırmacılar tarafından kadın başı ya da arslan başı olarak yorumlanmaktadır. Basık kemerli giriş kapısının kemer taşlarının uçları testere dişi biçimindedir. Kuzeydoğu köşesindeki minarenin yanında, daha küçük ikinci bir portal daha bulunmaktadır.
Cami kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Yapı iki sıradan dörder ayakla üç nefe ayrılır. Diğerlerine nazaran daha geniş olan orta nefin tavanı dört mukarnas sırası ile örülmüş ve burada aydınlık feneri bulunur.
Mihrap önü tavanı yan yana üç kubbe ile örtülüdür. Batıdaki kubbe sekiz bölümlü mukarnaslı tromplara sahiptir. Doğudaki kubbe ise ¡k¡ pandantif ve ¡k¡ tromp üzerine oturur. Mihrap nişi beş köşeli ve mukarnaslıdır. Yan bordürlerde geometrik motifler yoğunluktadır.
Alaaddin Camii, taş işçiliği, orijinal minaresi, iç mekandaki kubbe sayısının artışı ve aydınlık feneriyle Anadolu Selçuklu camilerinin en ¡y¡ örneklerindendir.
Selçuklu Medreseler ile Türbeler
Medreseler
Selçukluların kültür, bilim ve sanat konularında elemanların yetiştirildiği yapılardı. Bugünkü orta ve yüksek öğrenimle aynı düzeyde eğitim veren medreselerde öğretim dört ana dalda yürütülürdü: Din ve hukuk, dil ve edebiyat, felsefe ve temel bilimler. Belli bir öğretim süresi yoktu. Kitap bitirme söz konusu olduğundan öğrenciler farklı zamanlarda öğrenimlerini tamamlardı. Eşitim sabah namazından sonra başlar, öğle namazına kadar devam ederdi. Öğrenciler daha sonra avlu etrafındaki çalışma hücrelerine çekilirlerdi. Genellikle salı, perşembe ve cuma günü tatil yapılırdı.
İlk medreseler camilere ve mescitlere başlı, onların yanında ya da içinde öğretime ayrılmış özel yerlerdi. Daha sonra Selçuklu sultanları kendi adlarına olduğu kadar eşlerinin adına da çoğu tıp alanında öğrenim veren-medreseler inşa ettirdiler.
Araştırmacılar, medrese mimarlığının kökenini Mısır’a ve Orta Asya’ya başlarlar. XII. yüzyıldan itibaren görülen Anadolu Selçuklu Medreseleri, açık ya da kapalı avluludur. Açık avlulu medrese tipi ise en yaygın olanıdır. Bunlarda tek, çift, üç ve dört eyvanın yanı sıra iki katlı olanları da bulunmaktadır. Bunun yanı sıra avlu yerine, büyük bir kubbeyle örtülü merkezi bir mekanın bulunduğu medreseler de ikinci temel tipi oluşturmaktadır.
Kapadokya Bölgesi’ndeki önemli medreseler Kayseri’de Hunat Hatun Medresesi, Giyasiye medresesi Nevşehir’de Taşkınpaşa Medresesi’dir.
Taşkınpaşa Medresesi
Ürgüp-Soğanlı yolu kenarında, Ürgüp’ün 20 km. güneyindeki Damsa (Taşkınpaşa) köyündedir. Karamanoğullarına ait Medrese, 22.60 x 23.85m. ölçülerindedir. Portali, mescitteki mihrabı, kapı ve pencereleri düzgün kesme taşlardan duvarları ise moloz taşlarla örülüdür.
Üst örtüsü tamamen yıkılmış olmasına karşın girişin hemen solundaki merdivenlerden en az iki katlı olduğu anlaşılmaktadır. Batı taraftaki portalinde görülen zengin taş işçiliği klasik Selçuklu üslubundadır. Portal, tamamen geometrik ve bitkisel motiflerle süslüdür. Girişin üstünde yer alması gereken kitabesi kayıptır. Basık kemerli girişin hemen sağında medresenin mescidi bulunur. Mihrabı portalde olduğu gibi zengin bitkisel motiflerle süslüdür. Üst kısım palmet dizileri, çift sıra bordürü ise bitkisel motiflerle bezelidir. Dikdörtgen planlı üzeri açık avlunun etrafında birbirinden bağımsız mekanlar yer alır.
Türbeler
Arapça üstü kubbe ile örtülü mezar – Farsca’da çatısı kubbe biçiminde olan yapı anlamında olan türbeler, sultanlar, emirler gibi önemli kişiler için yapılmış mezar anıtlarıdır. Türkistan’daki Türklere ait çadır sanatından esinlenerek mimariye uygulanmıştır. İslam öncesinde değişik ölü gömme gelenekleri olmasına karşın ölü önce yıkanır, daha sonra kefen giydirilirdi. Tabuta konan ceset ilkbahar ya da sonbaharda toprağa gömülmek üzere mumyalanarak çadırlarda bekletilirdi. İşte bu gelenek, anıtsal türbe yapılarının doğmasına neden olmuştur.
İlk örnekleri tuğladan ya da taştan yapılan türbeler, daha sonra sadece kesme taştan yapılmışlardır. Ancak hem taş hem de tuğlanın birlikte kullanıldığı türbeler de çoğunluktadır. Birbirlerinden bağımsız inşa edildikleri gibi cami, medrese kompleksleri içine de inşa edilmişlerdir. Türbeler genellikle iki katlıdır. Merdivenle inilen alt kat türbenin kaidesini oluşturur. Ölünün mumyalanarak toprağa ya da lahite konulduğu hücre biçimindeki mezar odası burasıdır. Ziyaret ya da ibadet için kullanılan bu odada mihrap nişi olduğu gibi sembolik bir lahit de bulunabilir. Doğu, batı, kuzey yönünde olan gösterişli kapısına tekli ya da karşılıklı merdivenlerle ulaşılır.
Plan açısından dışta ve içte farklılıklar arzedebilen türbeler, çokgen, silindirik gövdeli oldukları gibi, kare planlı örnekleri de bulunmaktadır. Ancak kare planlı örnekler, XIII. yüzyıldan sonra görülür. Üst örtüsü iç kısımda kubbe, dışta ise konik veya piramidal çatılıdır. Yapının dış yüzeyi, kapısı, pencereleri, saçak ve çatısında oldukça zengin geometrik ve bitkisel süslemeler görülür.
Kapadokya Bölgesi’ndeki Önemli Türbeler
- Kayseri’de Döner Kümbet, Hunat Hatun Türbesi, Çifte Kümbet
- Niğde’de Hüdavent Hatun Türbesi
- Ürgüp’te Taşkınpaşa Türbesi ve Altı Kapılı Türbe
- Döner Kümbet Türbesi, Kayseri
Kayseri’de bulunan Döner Kümbet’in, 1276 ya da daha sonra yapıldığı sanılmaktadır. Kapı üzerindeki iki satırdan oluşan mermer kitabede şah Cihan Hatun için yaptırıldığı yazılıdır. Tamamen kesme taştan yapılan türbenin tabanı kare planlı, dış yüzeyi on iki köşeli, iç kısmı ise silindir biçimindedir. Anıtsal bir çadırı andıran Döner Kümbet’in çatısı üzeri kabartmalarla süslü konik olarak inşa edilmiştir.
Portal cephesi üstünde insan başlı, kanatlı iki pars figürü arasında çift başlı kartal kabartması yer alır. Portalin solunda hurma ağacının üstünde çift başlı kartal ve iki tarafında birer arslan sağında ise hurma ağacı kabartması bulunmaktadır.
Hüdavent Hatun Türbe, Niğde
Niğde’de Selçuklu mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan Türbe, Selçuklu Sultanı IV. Rükneddin Kılıçarslan’ın kızı Hüdavent Hatun adına Anadolu’daki İlhanlı egemenliği sırasında 1312 yılında yaptırılmıştır. Türbe yaklaşık 80 cm. yüksekliğinde sekizgen tabanlı, tavan ile gövde arası bir sıra mukarnas sıralı, sekizgen gövdeli ve onaltıgen başlıklıdır.
İki taraflı, üç basamaklı merdivenle ulaşılabılen giriş portali, Türbe’nin doğu cephesindedir. Kapının her iki yanında yer alan üzeri geometrik motiflerle süslü sütun ve başlığı yüksek kabartma olarak yapılmıştır. Aynı tipteki sütunlar gövdenin her köşesinde de yer alır. Üst kısımlarda sekizgen gövde dışa doğru kırıklık yaparak ikiye bölünmüş; böylece sekizgen plan onaltıgene dönüştürülmüştür.
Türbe’de yüksek ve alçak kabartma olarak yapılmış, arslan, çift başlı kartal, karışık varlıklar ve bitkisel motiflerin arasına gizlenmiş insan tasvirleri dikkati çekmektedir.
Türbedeki dört arslan tasvirinden ikisi güneybatı cephesinde, yüksek kabartmalı, simetrik, arka ayakları üzerine oturur vaziyette; diğer ikisi ise batı cephesinde, alçak kabartmalı, birbirinin aksi yönde yürür durumdadır. Çift başlı kartal kabartması türbenin batı tarafında çatıya geçişi sağlayan tabur kısmındaki kemerli niş içine yapılmıştır. Kanat uçlarının ejder biçiminde olması tipik Selçuklu stili özelliğidir.
Dört karışık varlık ise, ikisi türbenin güneybatı cephesindeki pencere kemerinin üstüne, diğer ikisi ise kuzey cephesindeki pencere üzerine birbirine simetrik olarak yerleştirilmiştir. Başları insan gövdeleri ise kus biçiminde işlenmiştir.
Bu motifler Orta Asya Şaman inançlarına göre yeraltı ve gökyüzü yolculuğunda insanlara refakat eden kuş şeklinde koruyucu yaratıklardır.
Kervansaraylar (Hanlar)
Selçuklu devrindeki ticarette en önemli üç unsur; yol, kervan ve hanlardı. Uzun süren yolculuklar sırasında tacirler, akşam olduğunda yorgunluklarını gidermek için bir handa konaklayıp dinlenirler; ihtiyaçlarını giderdikten sonra yollarına devam ederlerdi.İlk kez Orta Asya’da Karahanlı, Gazneli ve Büyük Selçuklu Devleti zamanında görülen kervansarayların kökeni Ribat adı verilen yapılardır. Önceleri askerî amaçlı olarak inşa edilen bu yapılar, zamanla daha büyük boyutta inşa edilmeye başlanmış, hem dini amaçlı, hem de yolcuların konaklanmasında kullanılmıştır.
Selçuklu sultanlarından II. Kılıçarslan ve I. Alaaddin Keykubat dönemlerinde kervansaray yapımı artmış, güzergahların güvenliği devlet tarafından sağlanmıştı. Yolculuk esnasında zarar gören tacirin zararı da devlet tarafından tazmin edilirdi. Yani bir tür sigorta sistemi vardı. Gerek iç ticaret gerekse uluslararası ticaret gelişmişti. Anadolu’ya gelen yabancı tacirlere de geniş haklar tanınmış, gümrük vergilerinde indirimler yapılmıştı. Kervansaraylarda yerli yabancı ayırt edilmeksizin herkese 3 gün boyunca yiyecek, içecek verilirdi. Ayakkabılar tamir edilir, fakirlere de yeni ayakkabı verilirdi. Hastalar tedavi edilir, hayvanlarının bakımı yapılır, gerektiğinde nallanırdı.
Anadolu’da yalnızca dört yapıda karşımıza çıkan ve genelde avlunun ortasında yer alan köşk mescitler, I. Alaaddin Keykubat döneminde inşa edilmiştir. Sultanı simgeleyen ve kervan kafileleri tarafından kullanılmayan bu mimarî öge, kervansarayın en önemli bölümüdür. Avlunun etrafındaki mekanlar ise yatakhane, depo, hamam ve tuvaletlerden oluşmaktadır. Bu mekanlardaki ısınma, mangal ya da tandırlar sayesinde, aydınlatma ise mum ve kandillerle sağlanıyordu. Tüm bu hizmetleri tabib, imam, hancı, erzak memuru, veteriner, atlı haberci, nalbant ve aşçıdan oluşan kervansaray görevlileri yerine getirirlerdi.
Kapadokya bölgesindeki kervansaraylarda, yapı malzemesi olarak volkanik orijinli kesme taş kullanılmıştır. Kervansarayların duvarları, güvenlik nedeniyle, adeta kalın bir sur duvarı gibidir. Selçuklu taş işçiliğinin en güzel örnekleri, kervansarayların taç kapı adı verilen girişlerinde görülür. Kale kapısı gibi sağlam olan kapıların kanatları ise demirden yapılmıştır.
Bir günlük yol mesafesinde (30-40 km) inşa edilmiş, İpek Yolu’nun can damarı olan kervansaraylar, Antalya-Konya-Aksaray-Kayseri yönünden Erzurum-Tebriz’den geçerek Türkistan’a; Karadeniz kıyılarından Amasya-Tokat-Sivas-Malatya-Diyarbakır üzerinden Irak’a kadar uzanırdı.
Kapadokya bölgesindeki kervansaraylara bir göz atacak olursak; Aksaray Sultanhanı, Aksaray-Konya yolunda kervansarayla aynı adı taşıyan kasabada yer alır. 4500 m²’lik bir alanı kaplaması nedeniyle kervansarayların en büyüklerinden biridir.
Sultanhan – Aksaray
Aksaray Sultanhanı’nın iki kitabesinden 1229 tarihinde Selçuklu Sultanı I. Alaaddin Keykubat tarafından yaptırıldığı ve mimarının Muhammed bin Havlan el Dımışkı olduğu anlaşılmaktadır. 1278 yılında geçirdiği bir yangından dolayı harap olan Sultanhanı, Vali Seraceddin Ahmed bin El Hasan tarafından tekrar tamir ettirilmiştir.
Sultanhanı, ileriye doğru taşan portali ve köşelerdeki kuleleriyle anıtsal bir görünüm arzeder. Oldukça zengin taş işçiliğine sahip portali çeşitli renklerdeki mermerlerden yapılmıştır. Ortasında köşk mescit bulunan avluya bu muhteşem taç kapıdan girilir. Avlunun sağında süslü revaklar, solunda ise depo ve odalar bulunmaktadır. Avlunun kuzeyinde ise insan ve hayvanların birlikte barındığı bir mekan yer alır.
Ağzıkarahan – Aksaray
Aksaray Sultanhanı’ndan sonra Kapadokya’da ikinci durak Aksaray-Nevşehir karayolunun 15. km’sinde yer alan Ağzıkarahan’dır. Bulunduğu köyle aynı adı taşıyan kervansarayın, diğer adı da Hoca Mesud Kervansarayı’dır. Ağzıkarahan’ın 2 kitabesine göre yapımına zengin bir tüccar olan Hoca Mesud bin Abdullah tarafından 1231 yılında başlanmış, 1239’da tamamlanmıştır. Kervansaray’ın holü I. Alaaddin Keykubat, avlusu ise oğlu II. Gıyaseddin Keyhusrev zamanında yapılmıştır.
Ağzıkarahan, portalleri, köşk mescidi, kuleleri ve diğer mimarî özelliklerinden dolayı kale görünümlü sultanhanlarını hatırlatmaktadır. Avlu ortasında anıtsal bir yapı gibi görünen ve dört kemer üzerine oturan köşk mescit, etrafında ise revaklı ve kapalı mekanlar yer alır. Ağzıkarahan süslemelerinde insan, hayvan ve bitkisel motiflerin tercih edilmemiş olması hana farklı bir özellik kazandırmıştır. Hanın dışında güney tarafında dikdörtgen planlı bir de hamamı bulunmaktadır. Ağzıkarahan, Karamanlılar ile Memreş adlı bir Türk beyi arasındaki çatışmada büyük tahribe uğramış, iki kulesi yıkılmış; 14. yüzyıl başlarında Kerimeddin Gazan Han tarafından yeniden yaptırılmıştır.
Ağzıkarahan’a 17 km, Alayhan’a 12 km uzaklıkta olan Tepesidelikhan’ın diğer adı da Öresinhan’dır. Kapalı avlulu kervansaray grubundaki hanın kitabesi kayıp olduğundan kesin yapılış tarihi ve kim tarafından yaptırıldığı bilinmemekle birlikte, 13. yüzyılın üçüncü çeyreğine ait olabileceği araştırmacıların ortak görüşüdür. Portali ve kubbesinin bir kısmı yıkılmıştır. Ancak, pandantifli kubbenin etrafında yer alan birbirine simetrik üçer sütunla destekli beşik tonuzlu mekanlar oldukça etkileyicidir.
Sultanların yaptırdığı ilk hanlardan olan ve Nevşehir’e 35 km uzaklıktaki Alayhan’ı, bugün Aksaray-Nevşehir yolu ikiye bölmüştür. Yazılı kaynaklarda adı geçen II. Kılıçarslan Kervansarayı’nın, bu han olması ihtimali bulunmaktadır. Genellikle açık ve kapalı bölümlerden oluşan sultanhanlarının bu örneğinin ne yazık ki açık bölümü tamamen yıkılmış, günümüze sadece üç sahınlı, yedi tonozlu kapalı bölümün bir kısmı kalabilmiştir. Geometrik motifli ve yedi sıralı mukarnaslı portalinde tek başlı, çift gövdeli arslan tasviri dikkati çeker.
Sarıhan, Avanos
Sarıhan Kervansarayı, doğu-batı bağlantısını sağlayan Aksaray-Kayseri güzergahının Nevşehir sınırları içinde kalır. Avanos ilçesinin 5 km güneydoğusunda, Ürgüp’ün ise 6 km kuzeyinde, Damsa vadisinde yer alır. II. İzzettin Keykavus zamanında – belki de onun tarafından – 1249 yılında yaptırılan Sarıhan 2000 m²’lik bir alanı kaplamaktadır.
Sarıhan’da yapı malzemesi olarak sarı, pembe ve devetüyü renginde, oldukça düzgün kesme taşlar kullanılmıştır. Gerek anıtsal portalin, gerekse iç portalin kapı kemerlerinde iki renkli taşlar kullanılmış, böylece dekoratif bir görünüm sağlanmıştır. Üst kısımları yer yer yıkılan han, 1991 yılında restorasyonu tamamlanarak orijinal haline getirilmiştir. Selçuklu sultanları, sultanhanların en son örneklerinden olan Sarıhan’dan sonra han yaptırmamışlardır.
Nevşehir’den çıktıktan sonra Kayseri-Sivas yolunun 45. km’sinde bulunan Tuzhisar köyünde yer alan bir diğer önemli kervansaray Kayseri Sultanhanı’dır. Hol portalindeki kitabesinden 1232-1236 yılları arasında I. Alaaddin Keykubat tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. 3900 m²’lik alana inşa edilen Kayseri Sultanhanı, plan bakımından daha çok Aksaray Sultanhanı’na benzemektedir. Girişi kuzeyden olan hanın portalinin her iki yanında, alt kısımları kare, gövdesi yarım daire sütunlardan oluşan kuleler yer alır. Kısmen yıkılmış portali ise klasik Selçuklu portallerinden farksız olmasına karşın bu kulelerin arasında anıtsal bir görünümdedir.
Yüksek kemerli bir holden kare planlı avluya geçilir. Avlunun tam ortasında yer alan kare planlı köşk mescit, kemerli dört kaide üzerine oturur. Avlunun kuzeybatısındaki kubbeli hamam beş bölümdür. Hamama sağdaki revağın kuzeybatı köşesindeki kapıdan girilir. Kayseri Sultanhanı 1951 yılında restore edilerek bugünkü haline kavuşmuştur.
Atabey emir Celaleddin Karatay tarafından yaptırılan Kayseri-Malatya güzergahındaki Karatayhan belki de Kapadokya kervansarayları arasında en iyi korunanıdır. Türkiye ile Suriye arasında bağlantıyı sağlayan önemli ticaret yolunun üzerinde bulunan hanın yapımına Alaaddin Keykubat zamanında başlanmış, Keyhusrev zamanında, 1240-41’de tamamlamıştır. Bu bina Tanrı’ya aittir diye başlayan hanın kitabesi, Tanrı tektir, ölümsüz ve süreklidir şeklinde devam etmektedir. Celalettin Karatay, yaptırdığı kervansarayın tamamlandığını görmek için Kayseri’den yola çıkar. Kervansaraya ulaştığında yapının ihtişamından dolayı büyüklük duygusuna kapılmaktan korkar ve geri döner. Vakfiyesinden Karatayhan’ın hem ekonomik, hem de sosyal yardım için yaptırıldığı anlaşılmaktadır. 46×80 m ölçülerindeki hana giriş güney duvarındaki gösterişli portalindendir. Beden duvarlarından yüksek ve dışa doğru taşkın olan portalinde geometrik, bitkisel ve figürlü olmak üzere üç tip bezemeyi bünyesinde bulundurması diğer kervansaraylardan ayrılan en önemli özelliğidir. Portalden avluya geçiş sivri tonozlu bir eyvan vasıtasıyladır. Eyvanın iki yanında mescit, personel odaları ve kimi araştırmacılara göre Celalettin Karatay’a ait olabilecek türbe bulunmaktadır. Avlunun doğu kenarında sivri tonozlu, ince, uzun, doğrudan avluya açılan hücreler, batısında ise revaklar bulunur.
Kervanların geçtiği kasaba ve köyler gibi konakladığı kervansarayların civarı da küçük bir ticaret merkezi haline gelirdi. 13. yüzyılda Suriye, Irak, Doğu Anadolu ve İran’dan Kayseri, Sivas istikametinde ilerleyen yolların kavşağında bulunan Karatayhan da böyle bir merkezdi.