“Çini kâseleri, tabakları, ibrikleri değerlidir. Osmanlı ülkesinde ne kadar nakışlı duvar çinisi varsa hep İznik şehrinde işlenir. Bukalemun nakışlı öyle çiniler işlenir ki tarifinde dil aciz kalır.”
17. yüzyılda yaşamış Osmanlı gezgini Evliya Çelebi’nin ‘Seyahatname’sinde İznik çinilerini böyle uzun uzun övmesi boşuna değil. İznik, 14. yüzyılın ortalarından 17. yüzyılın sonlarına değin Osmanlı çiniciliğinin merkezi konumundaydı. Günümüzde kendisini ziyarete gelenleri Roma döneminden kalma 11 metre yüksekliğinde, 4.427 metre uzunluğundaki surlarıyla karşılayan İznik, bu özelliğiyle bir açık hava müzesine benziyor. Kente girmek için surlarındaki hâlâ sağlam durumda olan İstanbul, İnegöl ya da Lefke kapılarından birini seçebilirsiniz. Çeşitli uygarlıklardan kalma tarihsel yapıtları barındıran kent sokaklarında yürürken çini ustalarının atölyelerini de gezebilir, bir çay içimi yapılan sohbetlerin sıcaklığında, İznik çiniciliğinin geçmişten bugüne dek izini sürebilirsiniz.
En eski İznik çinilerinin kırmızı hamurlu olduğu biliniyor. Tek renkli bu çinilerde en çok mavi, yeşil ve kahverengi kullanılmış. 15. yüzyılın ortalarında ise mavi ve beyaz renkli, porseleni andıran sert hamurlu İznik çinileri görülür. Bu çinilerde rumîlerin, hatayîlerin yanı sıra stilize hayvan figürlerine de rastlanır. 16. yüzyılın ilk yarısında ise yapıları bezemede kullanılan düz levha çinilerin üretimine ağırlık verilir. Bu dönemde kobalt mavisi, turkuvaz ve domates kırmızısı (mercan kırmızısı) renklerin çiniye ayrı bir canlılık kattığı görülür. Gül, lale, karanfil, zambak, papatya, sümbül, asma ve servi motiflerinin çok kullanıldığı İznik çinileri 16. yüzyılda en üstün seviyesine ulaşır.
İznik çinilerinin sayılı örnekleri bugün Paris’te Louvre Müzesi, Londra’da British Museum gibi dünyanın en önemli müzelerinde sergileniyor.
İznik’te günümüzde de üretilen evaniler, yani tabak, kâse, kupa, bardak, vazo, sürahi, kandil gibi kullanma seramikleri, biçim, desen ve işlevleriyle Türk-Osmanlı sanatını günümüze kadar getiriyor. İznik atölyelerinde uzun yıllar boyunca Osmanlı Sarayı için ‘Saray İşi’ denilen çinilerin üretimi yapılıyordu, ancak sarayın ekonomik gücü azaldıkça, İznikli ustalar saray dışından da sipariş almaya başladı. Osmanlı Sarayı’nın yabancı devlet büyüklerine hediye yollamaları, güzelim İznik evanilerini yurtdışına taşıdı ve zamanla koleksiyonlar oluştu. Geleneksel İznik evanilerinde görülen renk ve desen zenginliği, nakkaşların doğayı stilize etmeleri ve doğal renkleri canlılıkla kullanmalarının bir sonucu.
İznik çini sanatının eşsiz örneklerinden olan evanilerin sanat değerinin, günümüzde olduğu kadar üretildikleri tarihlerde de bir hayli yüksek olduğu biliniyor. İznik sanatı her ne kadar 17. yüzyıl sonunda yavaş yavaş eski önemini kaybetmiş ve ustadan çırağa geçen bilgiler zamanla yok olmuş ise de, bu sanat günümüzde İznik Eğitim ve Öğretim Vakfı’nın çabalarıyla yeniden canlandırıldı. 16. yüzyıl tekniğinin sırları çözüldü ve bu yöntemle İznik Çini ve Seramik İşletmeleri bünyesinde gerek yeni ustalar yetiştirerek, gerekse kaybolan değerleri yeniden var ederek son derece başarılı eserler yaratılıyor. Yurtdışı tanıtıma verilen önem, İznik Eğitim ve Öğretim Vakfı ile İznik Çini ve Seramik İşletmesi’nin diğer ülkelerde tanınmasına ve pek çok kuruluşun, koleksiyonu olan kişilerin İznik çinilerine olan taleplerinin artmasına neden oldu.