Tarih boyunca Kapadokya, çok çeşitli medeniyetler tarafından yerleşim yeri olarak seçilmiş önemli bölgelerden biridir. Kapadokya’nın ilk sakinleri, çevrede sıkça bulunan obsidiyen ve sileksten yaptıkları aletler ile avlanmışlar, yabani bitkilerle beslenmişlerdir. Gerek sert ve soğuk hava şartları, gerekse doğadaki pek çok tehlike nedeniyle kendilerine kapalı mekanlar aramışlar, buldukları ilk kapalı mekan olan mağara veya kaya altı sığınaklarına yerleşerek göçebe hayatı terk etmişlerdir.
Kapadokya Bölgesi’ni kaplayan tüfün kolayca oyulabilmesi insanların buraya yerleşmesinin ilk nedenidir. Daha çok vadilerin dik yamaçlarını, peribacalarını mesken olarak tercih etmişler, ihtiyaç karşısında kayaların içlerine doğru, günlük yaşamlarına uygun olarak yeni mekanlar oymuşlardır. Kış aylarında ılık, yaz aylarında serin olan bu kaya oyma mekanlar günlük yaşama son derece uygundur. Yöre sakinleri, bölgede ürettikleri besin maddelerini de kaya oyma mekanlarda muhafaza etmektedir. Bugün bile Akdeniz Bölgesi’nden getirilen narenciye, kayalara oyulmuş bu doğal depolarda saklanmaktadır.
Kapadokya Bölgesi’nin en ilginç kültürel zenginliklerinden biri olan çeşitli büyüklükteki yeraltı yerleşimleri 150-200 civarındadır. Ancak 25 kilometrekarelik bir alanı kaplayan Kapadokya Bölgesi’nin bütün kasaba ve köylerinde büyüklü küçüklü kaya yerleşimi bulunduğundan bu sayı daha da artabilir. Girişleri dışardan farkedilemeyen yeraltı yerleşimleri daha çok vadi ve plato yamaçlarına, yumuşak tüfün aşağıya doğru derinlemesine oyulmasıyla inşa edilmişlerdir.
Kapadokya Bölgesi, geçmişte sık sık çeşitli saldırılara maruz kaldığından, bu şehirlerin yapılış amacı, daha çok tehlike anında halkın geçici olarak sığınmasını sağlamaktır. Bu nedenle, yeraltı şehirleri yörede bulunan hemen her eve gizli geçitlerle bağlantılıdır. Yörede yaşamış olan insanlar kendilerini daha fazla emniyete almak için yaşadıkları kayadan evlerin çeşitli yerlerine geçilmesi zor odalar, tuzaklar hazırlamış, ihtiyaç karşısında kayaların dibine doğru yeni odalar açmışlardır. Böylece koridorlar ve galeriler çoğalarak yeraltı şehirlerini meydana getirmiştir.
Oyma esnasında oluşan alet izlerinden, yeraltı yerleşimlerinin üst katları daha kaba ve düzensiz, alt katlara doğru daha düzenli ve itinalı olduğu, farklı tekniklerde kazıldığı belirgindir. Bu, yeraltı yerleşimlerini farklı zamanlarda farklı kavimlerin kullandığını gösterir. Yani, yeraltı kentlerin inşası artan nüfus sonucu yüzyıllar boyunca sürekli büyüyerek bugünkü halini almıştır. Ancak oyma işini gerçekleştirenlerin oyma ustası mı, yoksa sıradan insanlar mı oldukları ayırt edilememektedir.
Kapadokya Bölgesi’ndeki önemli yeraltı yerleşimleri; Nevşehir’de Kaymaklı, Derinkuyu, Özkonak, Mazı, Tatlarin, Gökçetoprak, Aksaray’da Güzelyurt ve tesadüfen tespit edilen Pınarbaşı (Geyral) köyündeki yeraltı yerleşimi, Kayseri’de ise Ağırnas ile Yeşilhisar ilçesine 20 km uzaklıktaki Doğanlı yeraltı kentidir.
Yeraltı kentlerinin pek çoğunun orijinal girişleri bugüne kadar pek korunamamıştır. Özellikle Acıgöl, Gökçetoprak (Sivasa), Mazı ve Özlüce yeraltı kentlerinin birkaç yerden olan girişleri orijinal olup, savunma sistemi ustaca tasarlanmıştır. Bu orjinal girişlerin koridor duvarları çoğu zaman bazalttan kiplopik teknikte örülmüştür. Koridor tavanları ise düzgün, ince uzun taşlarla kapatılmıştır. 3-10 m arasında değişen uzunluktaki koridorların bittiği yerde iri, yuvarlanma özelliği olan sürgü taşı yer almaktadır. Bu sistem, yeraltı kentlerinin giriş çıkışının daha etkin şekilde kontrol altına alınması için yapılmıştır. Sürgü taşının yan tarafında, taşın rahat bir şekilde hareket edebilmesi için küçük bir oda yer alır. Sürgü taşının karşısında ise kapının tam olarak kapanması için 25-50 cm derinliğinde bir girinti bulunmakta, böylece şehir kapısı kapandıktan sonra dışarıdan hiçbir yabancının yeraltı yerleşimine girmesi mümkün olamamaktadır.
Uzun koridorların ve diğer mekanların duvarlarına aydınlanmayı sağlamak amacıyla kandil ve mum koymak için küçük oyuklar açılmıştır. Kandillere keten tohumundan elde edilen bezir yağı konuluyordu. Şimdiye kadar hiçbir yeraltı yerleşiminde bezir yağı üreten mekana rastlanmamıştır. Büyük bir ihtimalle dışarıda üretilip getiriliyordu. Kandillerde yanan bezir yağından yayılan ısı, aynı zamanda ısınma gereksinmesini de karşılamaktaydı.
Yeraltı yerleşimleri içinde hem havalandırma hem de haberleşme maksadıyla yapılmış, çoğu zaman yeraltı yerleşiminin tabanı ile bağlantılı bacalar bulunmaktadır. Bu havalandırma bacaları aynı zamanda su kuyusu olarak da kullanılmıştır. Bazı su kuyularının ağız kısımları, düşmanın suyu zehirlemesini engellemek için yeryüzü ile bağlantısızdır. Bacaların kenarlarında inişi-çıkışı sağlayan küçük nişler yer alır. Katlar arasında odaların tavan va taban kısımlarında iletişim maksadıyla yapılmış, çapı 5-10 cm’i geçmeyen haberleşme delikleri bulunmaktadır. Bu delikler sayesinde yeraltı kenti halkı, uzun yorucu tünellerden geçmek zorunda kalmamakta, olağanüstü zamanlarda ise kolay ve çabuk bir şekilde savunma tedbirlerini alabilmektedir.
Yeraltı şehirlerinin en eski katları genelde giriş katları olup, daha ziyade ahır olarak kullanılmıştır. Oldukça kaba olarak oyulmuş ahır duvarlarının alt kısımlarına hayvanların yem yiyebileceği oyuklar ve hayvanları bağlamak için birer delik yapılmıştır. Yöreden elde edilen üzümlerin işlenerek şarap haline getirildiği şırahaneler iki bölümden ibarettir. Üst bölümde üzümler çiğneniyor; buradan bir delik vasıtasıyla aşağı kısımdaki havuza dökülüyor; şıra haline gelen sıvı daha sonra duvar kenarlarına diziler halinde yerleştirilmiş büyük boyuttaki küplerin içine konularak dinlendiriliyordu. Sayıları gözönüne alındığında, her ailenin bir mutfağı olmadığı; mutfakları ortaklaşa kullandıkları ortaya çıkmaktadır. Mutfaklarda bugün Kapadokya kasaba ve köylerinde de hâlâ kullanılan tandır adı verilen yemek pişirmeye yarayan ocaklar bulunmaktadır. Ayrıca mutfak kenarlarına erzak küplerini düzenli bir şekilde yerleştirmek amacıyla küçük oyuklar açılmıştır. Erzak küplerine yörede hâlâ bolca üretilen arpa, buğday, mısır ve çeşitli sebzelerin yanısıra bira ve şarap da konulmuştur.
Antik Kapadokya Bölgesi’ndeki yeraltı kentlerinin ilk kez kimler tarafından inşa edildiği henüz tam olarak saptanamadı. Kapadokya’da yeraltı yerleşimlerinin hemen yakınında Civelek Mağarası, Aşıklı Höyük gibi Prehistorik Döneme ait yerleşimler bulunmasına karşın bunların yeraltı şehirleri ile bağlantısı olup olmadığı henüz bilinmemektedir. Ancak bölgenin jeolojik yapısı gözönüne alındığında Prehistorik Dönem insanlarının hiç olmazsa birkaç odadan ibaret yapay kaya sığınaklarında barınmış olmaları gerekmektedir.
Orta ve Geç Tunç Çağı’na ait kaya kabartmalarının ve yazılı anıtların bölgede sıkça bulunması, ayrıca Hitit şehirlerindeki savunma sisteminde Potern adı verilen yeraltı geçitlerine sıkça rastlanması ve ustaca yapılması nedeniyle yeraltı şehirlerinin yapımında ya da genişletilmesinde Hititlerin de katkısı olduğu kanısı güçlenmektedir.
Kayseri, Nevşehir, Niğde ve Aksaray civarındaki Roma devrine ait kaya mezarları da yeraltı yerleşimlerinin hemen yakınında olup onlar kadar geniş alanlara yayılmıştır. Hatta, kaya mezar odalarında yer alan tüflere oyulmuş yatak şeklindeki nişli klinelerin örnekleri yeraltı kentlerinde de bulunmaktadır. Ayrıca Derinkuyu yeraltı kentinin gezilemeyen bölümlerindeki bir mekanda açığa çıkarılan Roma Dönemi’ne ait mermerden bir boğa heykeli, Roma devri halkının da yeraltı kentlerinin inşasında rolü olduğu kanısını güçlendirmektedir.
MS 5-10. yüzyıllar arasında, yani Bizans Dönemi’nde, genellikle dini ve sığınma amaçlı olarak kullanılan yeraltı şehirlerinin sayısı hayli artmıştır. Bu dönemde, 7. yüzyılda başlayan Arap-Sasani akınları karşısında Kapadokya’da yaşayan Hıristiyan topluluklar düşman geldiği zaman yeraltına oydukları gizlenme yerlerine çekilmek zorunda kalıyorlar, girişlerde bulunan sürgü taşlarını kapatarak kendilerini savunuyorlardı.
Selçuklular ve Osmanlıların da bu yeraltı şehirlerinden yararlandıkları ve askeri amaçlı kullandıkları sanılmaktadır. Çünkü Kapadokya Bölgesi’ndeki Selçuklu kervansarayları bu yeraltı yerleşimlerinin 5-10 km uzağında bulunmaktadır.
Yeraltı şehirleri hakkında en eski yazılı kaynak Xenophon’un Anabasis adlı kitabıdır. Kitapta, yukarıda da bahsedildiği gibi, Anadolu’da ve Kafkaslar’da yaşayan insanların evlerini yerin altına oydukları ve evlerin birbirlerine dehlizlerle bağlı olduğundan bahsedilmektedir. Xenophon MÖ 4. yüzyılda yaşadığına göre, yeraltı yerleşimlerini en kesin bir şekilde bu döneme tarihlemek mümkündür.
Bölgedeki en eski ciddi çalışmayı 1960-1970 yılları arasında yapan Alman Martin Urban ise, yeraltı yerleşimlerini MÖ 7-8. yüzyıllara tarihlemektedir.
Sonuçta, elimizdeki mevcut bilgiler ışığında yeraltı kentlerini bölgedeki ilk medeniyetlerle aynı zamana, yani Prehistorik döneme tarihlemek pek yanlış olmayacaktır. Çünkü taş endüstrisini oldukça iyi bilen o devir insanlarının basit aletlerle yumuşak tüfü oyması zor değildir. Bu dönemde birkaç odadan ibaret olan ve Kapadokya’ya gelen değişik topluluklar tarafından sürekli olarak genişletilen yeraltı yerleşimleri, bir önceki kültürün tüm arkeolojik izleri yok edilerek bugünkü halini almıştır. Ancak unutmamak gerekir ki, yeraltı kentlerinin en yaygın kullanımı Bizans döneminde olmuştur.
Yapısal Özelikleri
Yüzlerce odadan oluşan yeraltı şehirlerindeki mekanlar birbirlerine uzun galeriler ve labirent gibi tünellerle bağlanmıştır. Galerilerin alçak, dar ve uzun olmasının nedeni düşmanın hareketlerini kısıtlamak içindir. Ayrıca bu koridorların duvarlarına aydınlatmak maksadıyla kandil ve mum koymak için küçük oyuklar oyulmuştur. Kandillere keten tohumundan elde edilen altın sarısı renkteki bezir adı verilen yağı konuluyordu. Şimdiye kadar hiç bir yeraltı yerleşiminde bezir yağı üreten mekana rastlanmamıştır. Büyük bir ihtimalle dışarıdan getiriliyordu. Kandillerde yanan bezir yağından yayılan ısı aynı zamanda ısınma gereksinmesini de karşılamaktaydı. Katlar arasında mekanları birbirinden ayıran savunma amaçlı sürgü taşları bulunmaktadır. içerden açılan, dışardan açılması mümkün olmayan bu sürgü taşlarının çapı 1-2.5m., eni 30-50 cm. civarında, ağırlıkları ise 200 – 500 kilogramdır. Ortalarında yeralan delik kapıyı açıp kapamaya yaradığı gibi, arkadan gelebilecek düşmanı görmeye veya ok ve mızrak gibi silahlarla düşmana saldırmaya yaramaktadır. Bu sürgü taşları birkaç örnek dışında yerinde kesilmek suretiyle yapılmıştır.
Yeraltı şehirlerindeki bir diğer kapı çeşidi de ahşap olanlardır. Savunma amaçlı olmayan ve daha çok özel mülkiyet için yapılmış bu kapılar iki ya da üç sürgülü idi. Özkonak yeraltı şehrinde, diğer yeraltı şehirlerinden farklı olarak tüneller üzerine, sürgü taşlarının hemen yanında düşmana kızgın yağ dökmek veya mızrakla vurmak amacıyla dikine ufak delikler oyulmuştur. Yeraltı şehirlerinde savunma amaçlı bir diğer önlem de düşmanı yanıltmak için uzun dar tünellerde 2-3m. derinliğinde tuzaklar bulunmasıdır.
Yeraltı şehirlerinin en eski katları genelde giriş katları olup, daha ziyade ahır olarak kullanılmıştır. Bunun nedeni de hayvanları daha aşağı katlara indirmenin zorunluğundandır Oldukça kaba olarak oyulmuş ahır duvarlarının alt kısımlarına hayvanların yem yiyebileceği oyuklar ve hayvanları bağlamak için birer delik yapılmıştır.
Gerek kışın gerekse yazın ılık olan yeraltı şehirlerinde şırahaneler ve mutfaklar da genelde üst katlardadır. Yöreden elde edilen üzümlerin işlenerek şarap haline getirildiği şırahaneler, üzümlerin kolay taşınabilmesi için daha çok üst katlara inşa edilmişlerdir. Mutfak sayıları gözönüne alındığında her ailenin bir mutfağı olmadığı, mutfakları ortaklaşa kullandıkları ortaya çıkmaktadır. Mutfaklarda bugün Kapadokya kasaba ve köylerinde de hälä kullanılan ‘Tandır’ adı verilen yemek pişirmeye yarayan ocaklar bulunmaktadır. Ayrıca mutfak kenarlarına erzak küplerini düzenli bir şekilde yerleştirmek amacıyla küçük oyuklar yer alır. Erzak küplerine yörede hálá bolca üretilen arpa, buğday, mısır ve çeşitli sebzelerin yanı sıra bira ve şarap da konulmuştur. Katlar arasında odaların tavan ve taban kısımlarında iletişim maksadıyla yapılmış, çapı 5-10 cm.’yi geçmeyen haberleşme delikleri bulunmaktadır. Bu delikler sayesinde yeraltı şehri halkı uzun yorucu tünellerden geçmek zorunda kalmamakta, olağanüstü zamanlarda ise kolay ve çabuk bir şekilde savunma tedbirlerini alabilmektedirler. Tuvalet konusu henüz tam olarak aydınlığa kavuşmamıştır. Sadece Tatlarin ve Güzelyurt (Gelveri) yeraltı şehirlerinde tuvalet bulunmuştur.
Bu yerleşim yerlerinde uzun süren olağanüstü zamanlarda kullanılmak üzere oturma birimleri, hatta mezarlık alanı bile bulunmaktadır. Bu mezarlıkların dini görevlilere veya önemli kişilere ait olup olmadığı konusu henüz açıklığa kavuşmamıştır.
Yeraltı yerleşimleri içinde hem havalandırma hem de haberleşme maksadıyla yapılmış, çoğu zaman yeraltı yerleşiminin tabanı ile bağlantılı bacalar bulunmaktadır. Bu havalandırma bacaları aynı zamanda su kuyusu olarak da kullanılmıştır. Bazı su kuyularının ağız kısımları düşmanın suyu zehirlemesini önlemek için yeryüzü ile bağlantısızdır. Yeraltı yerleşimlerinin birbirine tünellerle bağlandığını iddia etmekteyse de bugün bunu doğrulayacak bir kalıntıya henüz rastlanmamıştır.
Tarihçe
Kapadokya Bölgesi’nde Prehistorik Döneme ait yerleşimler bulunmasına karşın bunların yeraltı şehirleri ile ilişkili henüz tam olarak saptanamamıştır. Ancak Prehistorik Dönem insanlarının hiç olmazsa birkaç odadan ibaret yapay kaya sığınaklarında barınmış olmaları gerekmektedir.
Orta ve Geç Tunç Çağı’na ait kaya kabartmalarının ve yazılı anıtların bölgede sıkça bulunması, ayrıca Hitit şehirlerindeki savunma sisteminde ‘Potern’ adı verilen yeraltı geçitlerine sıkça rastlanması ve ustaca yapılması nedeniyle yeraltı şehirlerinin yapımında ya da genişletilmesinde Hititlerin de katkısı olduğu kanısı güçlenmektedir. Hitit şehirlerinde bulunan gizli tüneller genellikle şehre yapılacak saldırılarda düşmanı pusuya düşürmek ve onları arkadan çevirmek için kullanılırdı. Bu yerleşim yerlerinin bir kısmını Hititler oymuşsa askeri amaçlı olarak oymuşlardır. Bundan dolayı herhangi bir arkeolojik buluntu ele geçmemesi normaldir. Ayrıca Hititlerden sonra gelen kavimlerin de bu izleri yoketmesi söz konusudur.
Kapadokya Bölgesi’nde kuvvetli bir Hitit yerleşimi olmamasına karşın bölgedeki tüm antik yerleşimlerde Hititlerin kalıntılarına rastlamak mümkündür. Bölgede yaşayan Hititlerin yerleşim amacıyla yumuşak tüfü oyup yaşamaması için hiç bir neden yoktur. Ayrıca Topada (Ağıllı) ve Sivasa yazılı anıtlarının hemen yanında yeraltı şehirlerinin bulunması bu görüşü desteklemektedir.
Özellikle Nevşehir civarında Roma Dönemi’ne ait kaya mezarları da yeraltı yerleşimlerinin hemen yakınında olup onlar gibi geniş alanlara yayılmıştır. Hatta kaya mezar odalarında yeralan nişli klineler yeraltı şehirlerinde de bulunmaktadır. Bu, Roma Dönemi halkının da yeraltı şehirlerinin yapımında bir rolü olduğunu göstermektedir. Yeraltı şehirlerine ait bütün bulgular M.S.5-1 0. yüzyıllar arasına yani Bizans Dönemi’ne aittir. Genellikle dini ve sığınma amaçlı olarak kullanılan yeraltı şehirlerinin sayısı bu dönemde artmıştır. Bizans Dönemi’nde 7. yüzyılda başlayan Arap – Sasani akınları karşısında Kapadokya’da yalayan Hıristiyan topluluklar sürgü taşlarını kapatarak kendilerini savunuyorlardı. Düşman ise içerde kendini pek çok tehlike ile karşı karşıya kalacağını bildiğinden daha çok su kuyularını zehirleyerek yerli halkı dışarı çıkartmak için çalışıyordu.
Selçukluların da bu yeraltı şehirlerinden yararlandıkları ve askeri amaçlı kullandıkları sanılmaktadır. Çünkü Kapadokya Bölgesi’ndeki Selçuklu Kervansarayları bu yeraltı şehirlerinin 5-10 km. uzağında bulunmaktadır.
-
Dolayhan Kervansarayı – Til Yeraltı Şehri
-
Sarıhan Kervansarayı – Özkonak Yeraltı şehri
-
Pınarbaşı (Geyral) Yeraltı Şehri -Ağzıkarahan Kervansarayı
Yeraltı şehirleri hakkında en eski yazılı kaynak Xenophon’un ‘Anabasis’ adlı kitabıdır. Xenophon, Anadolu’da ve Kafkaslarda yaşayan insanların evlerini yerin altına oydukları ve evlerin birbirlerine dehlizlerle bağlı olduğundan bahsetmektedir. Xenophon M.Ö. 4.yüzyılda yaşadığına göre yeraltı yerleşimlerini en kesin bir şekilde bu döneme tarihlemek mümkündür.
Bölgedeki en eski ciddi çalışmayı 1960-1970 yılları arasında yapan Alman Martin Urban ise yeraltı yerleşimlerini M.Ö.7.-8. yüzyıllara tarihlemektedir.
Sonuçta, elimizdeki mevcut bilgiler ışığında yeraltı yerleşimlerini bölgedeki ilk medeniyetlerle aynı zamana yani Prehistorik Döneme tarihlemek pek yanlış olmayacaktır. Çünkü taş endüstrisini oldukça iyi bilen Prehistorik Dönem insanlarının basit aletlerle yumuşak tüfü oyması zor değildir. Bu dönemde birkaç odadan ibaret olan, Kapadoka’ya gelen değişik topluluklar tarafından devamlı olarak genişletilen yeraltı yerleşimleri, bir önceki kültürün tüm arkeolojik izleri yok edilerek bugünkü halini almıştır. Ancak unutmamak gerekir ki yeraltı şehirlerinin en yaygın kullanımı Bizans Dönemi’nde olmuştur.